Thursday, September 28, 2006
Dediği gibi şairin;
O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık
Rüzgârlara taratmayı saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı
Aranacak adamlar, yapacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;
Başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine;
Kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını, 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere... Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor
Yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki,
Tedavülden kalkmış.
Kesin olmamakla beraber Erel Bleda'nın olduğu sanılıyor......
Friday, September 22, 2006
Friday, September 15, 2006


Yanda ise Avanostaki Saç Sergisi'nden bir fotoğraf var. Gözlerime inanamadım gerçekten, kocaman bir oda düşünün duvarlara asılı olan saçlardan duvar rengi görünmüyor. Her milletten insan saçından bir tutam kesip bir kağıda ismi ve adresi ile beraber asmış. Gerçekten hayret vericiydi..

Evet burası da Göreme açıkhava müzesi, ilk hristiyanların yerleştiği yerler buralar. Tamam ülkemizin kültürel mirası korumak yatırım yapmak para kazanmak lazım ama biraz da mantıklı olmak lazım garip uygulama yapmışlar girişte: Giriş 10 YTL, bununla beraber içeride Kara Kilise var. Tam giricem görevli durdurdu, " Ücret 5 milyon dedi" kulaklarıma inanamadım. Kapıda verdiğimiz 10 ne oluo dedim. Burası özel burdan da 5 alıyoruz dedi. Resmen şok oldum :)

Yandaki resimde de ortahisar kalesinden bir resim var. Ben sanatsal çalışayım dedim olmadı :)

Burada da yine Ortahisardaki Kızılçukur vadisinden bir görüntü var

Tanıştırayım....
Kiremitte pastırmalı yumurta

Antep'in baklavasının eline su dökemez ama idare ettik işte ne yapalım :)
Sunday, September 10, 2006

Evden çıktığımızda saat 4’tü, Ufuk’un piskopata yakın sürüşüyle saat dört buçukta Esanboğa’daydık. Uçak 10 dakika rötar yapmıştı zaten, akşam saat 6.30 gibi havaalanındaydım. Hemen taksiye atladım ve saat tam 7’de Ortaköy Feriyedeydim. Her ne kadar düğün saat 18:30 da başlasa da Pınar nikahın tam 19:30 da olacağını dolayısıyla o saati kesinlikle kaçırmamamı söylemişti. Tam zamanında ordaydım işte :)
Pamuk prenses derdim ona hep, simsiyah uzun dalgalı saçları vardı o zaman şimdi olduğu gibi, açık tenli ve elma yanaklıydı aynı pamuk prenses gibi.... Orta okulda tanıştık ilk, şimdi 6. sınıf diyorlar. O zamanlar onluk not sistemi bile vardı galiba :) En yakın arkadaşlarımdan biriydi, aslında 6-7 kişilik bir grubumuz vardı hep beraber dolaşan, biz de bu grubun üyeleriydik işte... Kader üniversitede de aynı okula ve aynı bölüme düşürdü bizi. Çoğu kez aynı proje grubunda çalıştık, çoğu kez ona yıktım tüm işleri onun sayesinde geçtik çoğu dersi kazasız belasız, beraber yeni türkü şarkıları söyledik şenliklerde, beraber içtik beraber sarhoş olduk, beraber güldük beraber ağladık....
Okuldan sonra yollarımız ayrılsa da ara vermedik hiç dostluğumuza, fırsat buldukça görüştük ayrı şehirlerde olsak da. İşte koştur koştur nefes nefese geldiğim onun düğünüydü galiba, kafam karışıktı biraz. Sonra tam söylediği saatte görüldü kapıda Emrah’la beraber. Mutlu olduğu belliydi, nikahları kıyıldı karı koca oldular......

Hem lise hem de üniversite arkadaşlarımı görme fırsatı buldum: Tarkana benzeyen Pınar,
Kanadalı Aylin, kardiolog Nihan... Bizim lise tayfası eğlenmeyi bilirdi de üniversite tayfası “BÜYÜK” adam olmanın verdiği ağırlıkla eğlenmemekte ısrarlıydı. Hepsini yavaş yavaş ısıtan şey düğün boyunca shot bardaklarında yapılan “sex on the beach” servisi oldu. Garson gençle tesis edilen iyi ilişkiler neticesinde eleman bardakları doldurduğu gibi bize geliyordu. En son 10. bardağımı içtiğimi hatırlıyorum. O sırada herkes hep bir ağızdan bağırıyordu: “Binlerce Dansöz vaaaaaaaaarrrrrrrrrrr” Yaşlar küçükte ama herkesin hayatından bir dansöz geçmişti galiba :) Saatime baktım tam olarak 22:30 du, bir an durdum ve düşündüm, saat 23:40 daki Kayseri uçağını kaçırırsam tam on saatlik otobüs yolculuğu yapmak zorunda olmak bir yana bir de mesaiyi kaçıracaktım, hemen Pınar’ın yanına gittim, annesi de oradaydı. Çok üzüldü kadıncağız düğünün şaklabanı gidiyordu :)
Taksiye bindiğimde saat 22:40’tı. Havaalanına geldim check inimi yaptım, otobüse bindim, otobüsten indim, uçağa bindim, kapılar kapandı ve uçak havalandı........
Ne geceydi ama işte uçaktaydım, kafam iyiydi. Hemen uyudum.
Umarım hep mutlu olursun Pamuk prenses
Monday, September 04, 2006

İşte Başak ve Ayşe'nin elinden çıkan leziz mi leziz "poğaça"lar... Bi şey yer misin diye sorduklarında bir an durakladım aslında. Ne ikram edeceklerdi bana ?? "Tam istediğimiz gibi olmadı ama idare ediceksin artık..." dediklerinde ben de "tamam hapı yuttuk" dedim içimden ne yalan söyleyeyim :)
Nerden bilebilirdim poğaçaların küçük birer lezzet şahaseri olacaklarını...
Öyle kolay kolay beğenmem aslında ben, hele ağız tadıma çok düşkünümdür. Mesela antepten sorna kebap olayına bir süre ara verdim çünkü ne Ankara'da ne İstanbul'da yediğim kebapların hiçbiri o tatların yerini dolduramadı. Neyse konuyu dağıtmayalım. Bi oturuşta götürdüm hemen 3 tanesini.
Yola çıkıcaktım Kayseriye doğru; arabamda yolculuk için gerekli olan her türlü araç gereç mevcuttu: Mp3'lerim, bi kaç tane elma, bi o kadar şeftali, 2 küçük su, güneş gözlüğüm... ama poğaçalar da katılınca yolculuk tam bir keyif oldu benim için :)
Öyle zevkli yedim ki sanırım dayanamadılar bir 3 tane de yolda yersin diye yanıma verdiler. Ama ben bu şölenin erken bitmesine razı olamazdım. Bir tanesi yolun başında dayanamayıp lüp diye mideme indirsem de diğerlerinin infazını geciktirdim azcık. Vanilla Sky 'daki pleasure delayer consepti gibi yani, ya da Ahmet Haşim'in "Merdiven" şiirinde bahsettiği gibi ağır ağır çıkmalıydı bu merdivenleri. 3 tane poğaçadan biri anında mideye inmişti bile. Ama kalan iki taneye daha çok zaman ayırmalıydım. Öyle de yaptım zaten. Akşam 9 gibi Kayseri Hilton'daki odama yerleştim. Önce poğaçaların içinde olduğu kabı açıp baş köşeye yerleştidrim, sonra onlar gözümüzün içine bakarken yavaş yavaş bavulumu açıp eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Eşyalar raftaki, takım elbiselerim de askıdaki yerlerini bulunca poğaça kutusunu elime alıp televizyonun karşısındaki koltuğa yerleştim, televizonu açtım; ama hala zamanı vardı onların. Bu şölene uygun bi müzik bulmalıydı :) tatil keyfimizin vaçgeçilmez kanalı powerturku açtım ve kalan iki poğoçdan bir tanesini yavaş yavaşş mideme gönderdim :)
Sonuncusu var gücüyle çağırsa da beni onu sabaha bıraktım. Kahvaltıda ayrı bir keyifli olmalıydı mutlaka. Tahmin ettiğim gibi olmuştu en tatlı gelen sonuncusu oldu gerçekten :) Düşünün 3 küçük poğaça nelere kadir? Küçük bi deneme bile yazdırdılar adama...
Teşekkürler Başak ve Ayşe
bu harika ziyafet için...
Monday, August 28, 2006

İSTİKLAL
Bir ankaralı İstanbul'a gidince nereye gider? Önce boğaza sonra da İstiklal Caddesine galiba. Ben de öyle yaptım. İlk balığımı İstinyeyedeki Takanik'te yedim. Aslında çingene palamutunu çok sevmeme rağmem nedense içimden bi ses Levrek yememi söyledi. Ben de nedense çok güvendiğim o sesi dinledim her zamanki gibi... Hikmet'se palamutta karar kıldı. İyki de dinlemişim içimden gelen o sesi. Palamutlar gerçekten insanın içini parçalıyacak kadar küçüktü. Levrek de tam kıvamındaydı hani, hele o harika bol beyaz peynirli Amasra salatasının yanında tadına doyum olmadı. Bu güzel yemeği tahinli helva ile taçlandırmasak çok ayıp olurdu gerçekten :) Onu da yaptık tabiki.. Böyle yemeye devam edersem maratoncu edasıyla yaptığım sporunda bi anlamı kalmayacak galiba.
Yemekten sonra kahvelerimizi içmek için en uygun yer Bebekti... Starbucks'a karşı olmama rağmen (Amerika kıtasının kahveyle tanışması bizim tanışmamızdan yüzyıllarca sonra gerçekleştiği düşünülürse, kahve konusunda hakimiyetlerini kabul etmemiz son derece saçma geliyor bana) Bebek'teki yerleri çok güzel olmuş. Şanslıysanız ve deniz kenarında yer bulabilirseniz dalgaların üzerinize sıçrattığı boğaz sularını da göze almanız gerekiyor....
İkinci durağımız yukarıda söylediğim gibi İstiklal Caddesi oldu. Ozan ile Nevizadeye gittik. Antepte kebaba doymuş bi adamın İstanbulda yiyeceği tek şey balık olur. Ben de yine balık yedim, yalnız bu sefer öksüz bırakmadım zavallı Çuprayı, kadim dostu rakıyı da yanında baş köşeye yerleştirdim. Önce bir küçük yaş üzüm rakısı, biraz kavun, peynir, kırmızı biber salatası, midye... Kapanışta bi küçük rakı daha. Keyfimize diycek yoktu valla. Hiç nargile içmem ama Çağlayan'ın da bize katılmasıyla gelen Tophane teklifine hayır demek mümkün olamadı. Size tavsiyem rakının üzerine nargile içmeyin. Öyle bir hata yaptıysanız bu hatayı nargilenin üstüne bira içerek hiç perçinlemeyin :) Herşey bi yana tüm cumartesi uymak zorunda kaldım.
Peki balığa doydum mu?
Tabiki hayır. Haftaiçi iş arkadaşlarımızla Kireçburnundaki Pascatore'ye gittik. Hatta son perşembe İstiklaldeki Victor Levi'de bile balık yedim. Kayseri'de başıma gelecekleri tahmin etmiş olmamdan heralde biraz. İstanbulda geçen güzel iki haftanın sonunda cuma günü Ankara'ya dönüp pazar günü de pastırması ve mantısıyla ünlü Kayseri'ye hareket ettim...
Daha alışamadım bu blog işine geriden geliyorum oldukça. Bi dahaki sefere Başak'ın yaptığı harika poğaçalardan bahsedicem :)
Wednesday, August 23, 2006

Roma İmparatorluğu döneminde doğuya giden ticaret yolunun korunması amacıyla Fırat nehri kıyısına Şimdiki Gaziantep iline oldukça yakın bir yere Zeugma kenti kurulmuştur. Ticaret yollarına hakimiyeti ile kısa sürede zenginleşen kent, sanatçılar yetiştirmeye başlamış, bunda da oldukça başarılı olmuştur. Fırat nehrinden çıkarılan değişik renkteki taşlardan yukarda gördüğünüz gibi yüzlerce mozaik yapmışlardır. Bu mozaikler genelde yaşadıkları evlerin duvarlarını veya zeminlerini süslemek için kullanılmış. Şehir MS 256 yılında Persler tarafından istila edilmiş ve yakılmıştır. Mozaiklerin büyük kısmı küllerinin arasında yüzyıllar boyu bozulmadan korunabilmiştir. 1990'lı yıllarda kazı çalışmalarına başlanmış, 2000 yılına değin yüzlerce mozaik kurtarılmış (tabi avrupaya kaçırılanları saymıyorum bile) 1998 yılında bile hala hırsızlık olayları devam ediyormuş. Zeugma açık hava müzesinin yaklaşık % 30 luk kısmı şu anda Birecik barajının suları altında, kurtarılan eserler de Gaziantep müzesine getirilmiş. Müze sergilediği mozaikleri ile Tunus Müzesinden sonra en geniş mozail koleksyonuna sahip olan müze durumunda... Henüz sergilenmeyi bekleyen diğer mozaiklerle beraber Tunus müzesinin bu konudaki liderliği şimdilik tarih olacak gibi....
Gelelim çingene kızımıza....
Başlığı ve alnının kısa olması sebebiyle bir çingene kızı olduğu düşünülmüş, bununla beraber gözleri ve alın yapısıyla kimi arkeologlar tarafından Büyük İskendere de benzetilmekte...
En yaygın görüşlerden biri de bu mozikte toprak ana GAİA 'nın tasvir edildiğidir. Ağız kısmının 1950-70 yılları arasında yapılan kaçak kazılar sonucunda çalındığı düşünülmektedir. İnsanın içine dolan huzurlu bakışları ile avunmamız gerekiyor sanırım....
Antepten ayrılalı nerdeyse iki hafta olucak, iki haftadır İstanbul Ortaköy'deyim. Kim bilir zaman bulursam belki burda yaptıklarımı da yazarım. Pazartesi Kayseri'de olacağım.
İstanbuldan sonra zor olacak....
Tuesday, August 15, 2006
Thursday, August 10, 2006

İşte hayatım: Sualtı Hokeyi
Elimde paletlerim, yer anıttıpe yüzme havuzu
Oyunun kuralları basit: 10 kişilik iki takım 15x25 boyutundaki derinliği 2 m-3,5 m arasında değişen havuzda uzunluğu 3 metre olan karşı takımın kalesine ağırlığı 1,3 kg olan puck'ı sokmaya çalışıyor. Maske, palet, şnorkel tek ihtiyacınız olan şeyler. Bir de tabi havuz :)
Tuesday, August 08, 2006

Ben geldim. Şimdi o kadar acemiyim ki, yavaş yavaş çözücem bu işi. O nedenle ilk elin günahı olmaz. Gülmek yok benim sayfama.
Çandarlı burası: Ankaraya uğramadan önce hele hele antepe gelmeden çokk önce tatil yaptığım ve büyük bir olasılıkla daha en az 1 sene yüzünü göremeyeceğim, buzzzz gibi suyuna giremeyeceğim, deniz kenarında rakısının elinden tutup balıklarını yüzdüremeyeceğim yer :)