Monday, December 31, 2007

Ben bu blog olayına daha önce defalarca karar aldığım halde bir türlü başlayamadığım günlük tutma hadisesine katkı sağlar belki diye düşünerek girdim. Aslında bir günlüğüm var ama en son ne zaman yazdığımı hatırlamak için mutlaka açıp bakmam lazım. Hani bazı şeyler içten gelir derler ya, gerçekten de öyle. Ben kendimi bildim bileli, başta ailem olmak üzere çevremdeki herkes mutlaka günlük tutmam gerektiğini, böylelikle hem hayattan aldığım dersleri unutmayacağımı hem de anılarımın her zaman canlı kalacağını öğütlediler bana. Maalesef herhangi bir zamanda başladığım herhangi bir günlüğe 3-5 konudan fazla giriş yapamadım. Bu konudaki en ciddi girişimim ise, kahramanın başından geçenleri günlüğü aracılığı ile aktarmasından olacak Amin Maaoluf'un 100. ad kitabını okuduktan sonra oldu. Hayatımın kitaptaki karakter kadar heyecanlı olmadığı anlamamla ise sona erdi.

Neden ailemin günlük tutma öğüdünü dinlemediğim halde "oğlum spor hayatının parçası olsun" öğüdünü ise obsesif derecede tuttuğumu hala düşünüyorum mesela. Neyse efendim, zaten kırk yılın başı yazıyorsun bir de lütfen konuyu dağıtma diyenlere hak veriyor ve sanırım neden daha sık yazmadığımı soranlara da bir nebze açıklama getirmiş olduğuma inanıyorum. Buı soruyu soranların sayısı da benim günlük defterlerimdeki sayfa sayısından fazla değil bu arada :)

Kardeşim el işlerine ne kadar yatkınsa ben de bir o kadar uzağım bu konulara. Evde ne bozulsa Ufuk ilgilenir mutlaka. Daha küçükken bile yepyeni oyuncaklarımızı hiç tereddüt etmeden (daha sonra birleştirmek üzere) tek hamlede darmadağın ederdi benim şaşkın ve umutsuz bakışlarım arasında. Eğer azcık hiperaktif olmasaydı, harika bir elektronik veya makina mühendisi olacağından şüphem yoktu hiç. Sanırım el işlerine olan bu yatkınlığı da anneme çekmiş. Annem senelerdir sürdürdüğü porselen boyama seanslarını arkadaşları ile açtığı ortak sergi sonrasında biraz askıya alarak ahşap boyama işine el attı son bir kaç senedir ve yılbaşı için harika bir ağaç yaptı boyanan bu ahşaplardan.

Hayranlıkla izliyorum kendisini, bir insan elini attığı her işi bu kadar mı güzel yapar. Oldukça erken evlenip üniversite bile okumaya fırsat bulamadan bizi doğurmasına üzülmüşümdür hep. Gerçekten hayat garip, süprizlerle dolu. Kim bilir nerelerde olacaktı eğer tamamlamış olsaydı eğitimini. Kardeşim ben ve babamla beraber evde 3 erkeğiz. Tabi anneme çektirdiklerimizi anlatmama gerek yok sanırım. Erkek çocuğuna toplumumuzca yüklenen bu güçlü ve sert olma misyonundan mıdır nedir, kendisine duyduğum sevgiyi asla gösteremiyorum anneme. Arada bir dallamalıklar yapsam da seni çok seviyorum anne. Sadece söylemek istedim.

Geçen ay içerisinde 15 gün kadar Kayseri'ye gittim. Orada kaldığım süre boyunca geçen 2 haftasonundan birinde çalıştım diğerinde ise eve döndüm. Sanırım Kasım sonuna denk gelen bir pazartesi sabahı saat 7 de yola koyulduğumda karşıma çıkan manzara harikaydı. Hayır aşağıda gödüğünüz şey kar değil.... Kırağı ya da kırç mı demeliydim. İkisinden biri işte, ama her taraf sanki kar yağmış gibi bembeyazdı. "İşte huzur bu" dedirtti bana


Efendim konudan konuya zıpladık ama en önemli mevzuyu sona bıraktık. Bir erkek sevgilisinin çantasında mağazalarda çalınmaya karşı önlem olarak konan küçük beyaz mıknatıslı alarmlardan görürse ne yapmalıdır. Sevgilinin "allah allah bunu da üstünde nasıl unutmuşlar hayret" açıklaması inandırıcı mıdır? :) Korkmalı mı?


Yaw neden fontu bozuldu bu aptal yazının ??????????

Wednesday, December 26, 2007

Delirmek üzereyim. İşin içinden çıkabilen varsa lütfen bi haber etsin :)


Pearls Before Swine