Monday, August 28, 2006



İSTİKLAL

Bir ankaralı İstanbul'a gidince nereye gider? Önce boğaza sonra da İstiklal Caddesine galiba. Ben de öyle yaptım. İlk balığımı İstinyeyedeki Takanik'te yedim. Aslında çingene palamutunu çok sevmeme rağmem nedense içimden bi ses Levrek yememi söyledi. Ben de nedense çok güvendiğim o sesi dinledim her zamanki gibi... Hikmet'se palamutta karar kıldı. İyki de dinlemişim içimden gelen o sesi. Palamutlar gerçekten insanın içini parçalıyacak kadar küçüktü. Levrek de tam kıvamındaydı hani, hele o harika bol beyaz peynirli Amasra salatasının yanında tadına doyum olmadı. Bu güzel yemeği tahinli helva ile taçlandırmasak çok ayıp olurdu gerçekten :) Onu da yaptık tabiki.. Böyle yemeye devam edersem maratoncu edasıyla yaptığım sporunda bi anlamı kalmayacak galiba.

Yemekten sonra kahvelerimizi içmek için en uygun yer Bebekti... Starbucks'a karşı olmama rağmen (Amerika kıtasının kahveyle tanışması bizim tanışmamızdan yüzyıllarca sonra gerçekleştiği düşünülürse, kahve konusunda hakimiyetlerini kabul etmemiz son derece saçma geliyor bana) Bebek'teki yerleri çok güzel olmuş. Şanslıysanız ve deniz kenarında yer bulabilirseniz dalgaların üzerinize sıçrattığı boğaz sularını da göze almanız gerekiyor....

İkinci durağımız yukarıda söylediğim gibi İstiklal Caddesi oldu. Ozan ile Nevizadeye gittik. Antepte kebaba doymuş bi adamın İstanbulda yiyeceği tek şey balık olur. Ben de yine balık yedim, yalnız bu sefer öksüz bırakmadım zavallı Çuprayı, kadim dostu rakıyı da yanında baş köşeye yerleştirdim. Önce bir küçük yaş üzüm rakısı, biraz kavun, peynir, kırmızı biber salatası, midye... Kapanışta bi küçük rakı daha. Keyfimize diycek yoktu valla. Hiç nargile içmem ama Çağlayan'ın da bize katılmasıyla gelen Tophane teklifine hayır demek mümkün olamadı. Size tavsiyem rakının üzerine nargile içmeyin. Öyle bir hata yaptıysanız bu hatayı nargilenin üstüne bira içerek hiç perçinlemeyin :) Herşey bi yana tüm cumartesi uymak zorunda kaldım.

Peki balığa doydum mu?

Tabiki hayır. Haftaiçi iş arkadaşlarımızla Kireçburnundaki Pascatore'ye gittik. Hatta son perşembe İstiklaldeki Victor Levi'de bile balık yedim. Kayseri'de başıma gelecekleri tahmin etmiş olmamdan heralde biraz. İstanbulda geçen güzel iki haftanın sonunda cuma günü Ankara'ya dönüp pazar günü de pastırması ve mantısıyla ünlü Kayseri'ye hareket ettim...

Daha alışamadım bu blog işine geriden geliyorum oldukça. Bi dahaki sefere Başak'ın yaptığı harika poğaçalardan bahsedicem :)

2 comments:

daphnevega said...

Fotograflari koymussun hem de tamm 3 tane! :) Pastirma ve manti fotograflarini bekliyorum! :) Sen artik kivirdin bu isi, artik alcak gonulluluge gerek yok:)

Selin said...

Dodo hiç yediğin ıspanak'ı anlatmamışsın- çok bozuldum! Ceza olarak bir sonraki gelişinde yine ıspanak yapacağım:)
Bir de ıspanaklarımın yanında resim istiyorum, özellikle salatanın!