Thursday, July 26, 2007

Telefonumu (aynı zamanda kameramı :) ) temizlerken buldum bu fotoğrafı...
Detaylardan çekilme tarihine ulaşamasaydım kesinlikle tahmin bile edemezdim nerede ve ne zaman olduğunu: 20.10.2006 Bursa'dan Ankara'ya giderken
Yeri ayrıdır bende Bursa'nın, başka bir severim, ayrı bir huzurlu olurum sokaklarında.

Sevdiğimi fark ettiğinden olacak böyle veda etti şehir bana...


Monday, July 23, 2007




Sabah yazmak istedim ne yazacağımı bilemedim
Mr. TGM yetişti yardıma neyse ki

Biraz argayo kaçacak bu günkü yorum
Siz değerleri okurlarımın affına sığınıyorum
Mr. TGM'e de katkılarından dolayı teşekkürler...

"turk milleti gariptir
her lafı kaldırmaz
.bne dersin kızar da
.kersin aldırmaz "

Neyzen Tevfik


Thursday, July 19, 2007

Kemal Ağa

Kemal Ağa: Çok yol yaptım adana mersin arasında zamanında, dedem (annemin babası) mersinde yaşar ben kendimi bildim bileli: sadece çok çok küçükken derinlerde kalan küçük anılar var benim kendi kendime mi hatırladığım yoksa dedem beni her görüşünde anlattığı için mi hatırladığımı bilmediğim. Mesela bir sahne var: ben çok küçüğüm muhtemel konuşamayacak ya da yürüyemeyecek kadar (hangisi önce olur onu da bulmam için 1-2 saniye gerekir hep), Büklüm sokaktaki evlerinde kocaman yatağında sabah keyfi yapan dedem yanına yatırmış beni, çay kaşığı ile çay içiriyor bana J Bu resim çok net kafamda. İşte bu zamanlar dışında dedemin Ankara’da olduğunu hatırlatacak başka görüntüler yok kafamda (dayımın 10 sene önceki düğünü hariç). Küçükken her yaz giderdik dedemin yanına, o adana mersin arası o kadar uzak gelirdi ki bana. Kozandayken bir haftasonu atladım gittim dedemin yanına (geçen sene Antep’ten yaptığım gibi. Şu turne belasının olumlu yanları da yok değil hani).

Aradım öncesinde, dedim “geliyorum ama benden olacak yemek, yoksa gelmem haberin olsun”. Güldü önce, yok yok önce inceden azarladı, bu kadar zamandır neden aramadığımı sordu, sonra hiç uzatmadan “tamam” dedi, “gel bakalım, ısmarlarsın”. Güneş batıdaydı ben çıktığımda, güney batıda mersine doğru yani, gözümün içine içine girdi yol boyu. Çok çabuk aldım adana-mersin arasını çok şaşırtıcı bir şekilde. Geldim balkonda bekliyor beni, aynı hiç değişmemiş, saçlarındaki kahverengi teller hala daha fazla beyazlardan ve hala elinde puro ve hala dimdik ayakta... Otur bakalım dedi. Başıma gelecekleri biliyorum: Elinde bir kase ile geldi, ağzına kadar dondurma koymuş, üstüne de şu nestlenin çikolatalı top top mısır gevreklerinden. “Ya dede yemeğe gideceğiz bu nerden çıktı” demek de fayda etmeyecek bilirim. Neyse yedik aslında akşam yemeğinin yerini haydi haydi alabilecek dondurmalı mısır gevreğimizi J

Giyinmeye gitti: Her zamanki gibi ütülü kısa kollu gömleği, jilet gibi pantolonu. Ayakkabılarını gösterdi: “Bak bunları kaça aldım biliyor musun kaçak bunlar normalde 400 lira ama dedende o göz var mı???”. Tekrar bir fasıl üzerinde Arapça yazılı çikolatalardan yedirdi giderayak. Çıkmadan teyit ettim: “Hesap benden bak sonradan su koyuvereceksen hiç çıkmayalım ben doydum sayılır zaten”. Hiç bozmadı istifini, aslında kıllanmalıydım: “Tamam tamam dur bakalım”

Yürümeye başladık, başladı anlatmaya “burada taze balık zor bulunur bu büyük balıkçıların hepsi dipfirizli balık yapar, ben seni en kral balıkçıya götüreceğim. Biliyorum ritüeli, önce arabasını inildi bagaj açıldı: Gördüklerim şaşırtmadı beni (sizi çok şaşırtabilir o yüzden ayrıntıya girmeyeceğim), 1 kasa üzeri Arapça etiket basılmış rakı (evet duyduklarınız doğru). Geçen seneden tecrübeliyim sormuyorum bile nerden çıktı diye bunlar, cevabı hazır çünkü: “Lübnan rakısı bunlar, hem içimi kolay hem ucuz”. “Dur öyle çıkarma rezil olmayalım mahalleye, al şuna sar”. Koltuğumuzun altında rakı, başlıyoruz yürümeye mersinin yakıcı sıcağında, ama o kendinden emin “buralar en serin yerleridir mersinin, bak püfür püfür esiyor”. Estiği doğru, ama resmen ateş esiyor.

Oturuyoruz balıkçımıza, düşük sınıf bir meyhane. Hala eski Kemal ağa, her gittiğimde o eski azametinden bir şeyler kaybettiği korkusunu taşırım içimde. Yersizmiş meğer, balıkçılar gözünün içine balkıyorlar ağzından çıkan iki edilmiyor. Rakıyı koyuyor masaya “biz bunu içeceğiz diyor”, balıklar isteniyor seçilmek için, vakit kaybetmeden patates cipsi istiyor (patates kızartması). Balıklar geliyor, “oğluma bir çupra, bana da sardalye”. Biliyorum yine bana kalacak o balıklar biliyorum ama ses etmiyorum. Severim zaten sardalyeyi.

Rakıya bakıyorum, bir büyük, artık kör mü eder avare mi eder belli değil. Döküyorum bardaklara, “hoş geldin” diyor, başlıyoruz.....

Mezeler geliyor, patates cipsi geliyor, balıklar geliyor, şişedeki rakı eriyor. Bir ara çakmak satıcısı geliyor masamıza: “Kemal ağa çakmak buyur”, çıkarıyor cebindeki çakmağı veriyor. “Al bunu da satarsın”. Adam şaşkın teşekkür ediyor. Bana dönüp, “sigarayı bıraktığında bir paket havana purosu vermişti kemal ağa” diye ekliyor (Sonrada başlamak üzere her zamanki gibi)

Bir ara da milli piyangocu misafir oluyor masamıza, bilirim çok sever bilet almayı. Eskiden yılbaşı oldu mu elinde bir deste biletle gelirdi eve. İki tane alacaktım aslında ama artık bozuk çıkmadığında mı yoksa Allahın hakkı üçtür denildiğinde mi 3 tane alıyorum. İkisi ona, biri bana. Parasını vermeme de ses etmiyor, hayret. Demek ki yemeğe de karışmayacak.

Uzun uzun muhabbet ediyoruz yemek boyu, sanki senelerdir birbirimizi görmemiş gibi değil de daha dün öğlen yemeğinde beraber olan iki kişi gibi. Çok mevzu var konuşacak, içtikçe açılıyoruz. Döktürüyor dedem vecizelerini, bir ara “mazinin ayakları yoktur oğlum, hep ileri bakacaksın” diyor bana. Çok iyi biliyorum ne demek istediğini. Sonra da dönüp dolaşıp kadınlara geliyor laf, kaçınılmaz bir şekilde. Kadınlar hakkında söyledikleri güldürüyor beni, aslında daha fazla düşündürüyor. Eski çapkınlardan sonuçta, içimden “bravo son derece yerinde bir tespit” ile “yapma yaww gerçekten öyle mi yok yok öyle değildir” arasında birçok yorum geçiyor.

Çok keyifli onunla olmak, çok eğlenceli adamdır zaten oldum olası. Bir büyük devrilmiş, her şeye yaptığı gibi rakı şişesine de meydan okudu, “Ben senden büyüğüm, bak sen bittim ben hala ayaktayım” der gibi. Ben istihkakı doldurdum, o gözümün içine bakıyor, sanki kesmedi dersem anından çağıracak garsonu masaya. Yok ama gerçekten kesti. Hele de bu sıcakta

Çaktırmadan hesabı istiyorum. Adam kafasıyla oluru verip gidiyor. Tamam galiba ailede bir ilki başaracağım. Garson geliyor ben orda yokmuşum, Kemal Ağa yalnız yemiş içmiş gibi eline veriyor hesabı. Sonrasında hesabı ödemek için çektiğim binbir türlü şaklabanlığı anlatmama gerek bile yok, nafile. “Benim masamda kim hesap vermiş bu güne kadar, daha ölmedik oğlum”

Evde klimalara yüklenip vuruyoruz kafaları yastığa: harika bir uyku. Sabah kalktığımda mutfakta karpuz keserken buluyorum onu. Hemen tutuşturuyor elime: “Dün fazla kaçırmışız, ye şu karpuzu, içini temizler”

Aslında daha anlatacak çok şey var o iki gün için ama, bunları yazmış olmam bile yeter bana.

Tuesday, July 17, 2007


Çanakkale'den Kilitbahir'e geçen araba vapurunda beklerken....


Çanakkale yolunda...

Şimdi biz yiğit mi oluyoruz, yok eğer yiğit değilsek neden bimekanız ??


Monday, July 09, 2007

Çerkezköy yolunda daha bir anlamlı geldi bu şarkı :)



Dönmek, mümkün mü artik
Dönmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düsmek
Neresi sila bize, neresi gurbet
Al bizi koynuna ipek yollari
Üstümüzden geçiyor gökkusagi
Sevdali bulutlar uçan halilar
Uzak degil dünyanin kapilari
Neresi sila bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket
Gitmek, mümkün mü artik
Gitmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düsmek
Rakili aksamlar, gün batimlari
Çocuk gibi aglar yaz sarhoslari
Olmamis yasamlar, eksik yarinlar
Hatirlatir hersey eski asklari
Neresi sila bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket

Thursday, July 05, 2007


Değişik zamanlarda 29 Haziran çekilişi için alınmış toplam 5 adet piyango biletime amorti bile çıkmadı. Sanırım bunun için de ağlamak istiyorum :)
Bir de dedemi arayayım belki ona vurmuştur büyük ikramiye....

Ağlamak istiyorum, resimdeki çocuk gibi de değil üstelik; bağıra çağıra, hıçkıra hıçkıra....

Mahallede küçük olduğu için oyuna alınmayan, alınmadığı için kafa tutan, kafa tuttuğu için dayak yiyen ve güçsüz olduğu için elinden hiçbir şey gelmeyen çocuğun sinirinden ağladığı gibi....

Uzun süren ayrılıklardan sonra sevdiklerine kavuşan insanların sevdiklerine sarıldıklarında uzun süredir tutulmuş bir nefesin bırakıldığı andaki rahatlama hissindeki gibi...

Hayatı boyunca ağlamamaya yemin etmiş (söz vermiş ya da karar vermiş her neyse) insanların yeminlerini bozduklarına bile üzülmeden yeminin bozulduğuna mutlu olucak kadar ağlamak...

Hiç pişman olmamış birnin pişman olduğunu anladığı andaki gibi ağlamak....

Hayatı yakalamak için elinden gelenin fazlasını yapan, enerjisini sadece hayatın peşinden koşmaya vermiş birinin ne yaparsa yapsın hayatı istediği şekilde yönlendiremeyeceğini anladığı zamandaki gibi, yaptığı işin tamamen boş olduğu anlayan bir adamın ağladığı gibi, bu işi yapmaktan kurtulamayan bir adamın ağladığı gibi,

kendisini ilk defa hiç hissetmediği kadar çaresiz hisseden birinin ağladığı gibi ağlamak

Ama beceremiyorum....
Çok acı