Monday, May 02, 2011

"Everybody is a genius. But if you judge a fish by its ability to climb a tree, it will live its whole life believing that it is stupid."
Albert Einstein
burdan alınmıştır :=)
http://offtheblock.tumblr.com/post/4900811023#notes








Wednesday, December 01, 2010

Kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar. Sınırlara gelince fark ediliyor bu. Dışarı çıkmak isterken kendini cama vurup duran yarı delirmiş karasinekler gibiyken. Sadece geceleri, yapayalnız ve yalınayakken anlaşılabilecek şeyler var.

Emrah Serbes

Thursday, October 07, 2010

Sabah sabah okudum ve çok etkilendim.
Açık ara takip etmekten en büyük keyif aldığım blogdan bir yazı:
Buyrunuz efendim

Friday, August 27, 2010

Kitap:

Mustafa Balbay: Heyecan Yaşlanmaz (6)
Selçuk Altun: Yalnızlık Gittiğin Yolda Gelir (8)
Jostein Gaarder: İskambil Kağıtlarının Esrarı (7)
Elif Şafak: Aşk (9)

Konser:
The CRANBERRIES (10)
Giuseppe Verdi: Aida (5)
W.A. Mozart: Saraydan Kız Kaçırma (9)

Çok değişik yaratıklarız, 70 yıllık ömrümüzü bir bütün olarak görmekten uzak. Hayatımızı, beklentilerimizi ve mutluluklarımızı kesitlere ayırıyoruz...

okulu bitirmek, işe girmek, araba almak, tatile çıkmak, tuttuğumuz takımın galibiyeti...

Hayatta düşünülmesi gereken o kadar şey varken, mutlu olunması gereken ya da gerçekten hayıflanılmayı hakkeden onca şey varken:

işine geç kalmakla yüzyüze
levent yönüne gitmek için osmanbey metrosunda merdivenlerden inen insanın
metronun geldiğini duyması,
kendisine ayrılan sol bölümde yürüme hızının el verdiğince koşturması,
merdivenlerden indiğinde metronun son vagonunun kapılarının açık olduğunu görmesi,
koşma hızını belki de spor yaparken dahi yapmadığı bir seviyeye çıkarması,
vagona 2-3 metre kala metrodan kapının kapanıyor olduğuna dair sinyali duyması,
işte o 1 saniye sonucunda ya içerde olacak
ya da bir beş dakika daha beklemek üzere dışardı kalacak....
koskoca ömrümüzde sanırım başarının ve hayal kırıklığının en dar kesite sığdırılmış tanımı bu olsa gerek.
Oysa 70 yılı düşündüğünüzde içine girdiğiniz o vagonun kumsaldaki bir kum tanesi kadar dahi önemi kalmıyor....

Wednesday, June 16, 2010

Kitap:
Sunay Akın- Ay Hırsızı
Sabahattin Ali- Kürk Mantolu Madonna
Konser:
Dört Mevsim ve Ötesi

Friday, May 28, 2010

Tuesday, October 13, 2009

Kalın İstasyonu

kalın istasyonu müdürü
hasan kalabalık..
kalın istasyonu hareket memuru
hasan kalabalık..
kalın istasyonu gişe memuru
hasan kalabalık...
bir akşam, memurlarını
akşam yemeğine çağırdı.
yenildi, içildi geç vakitlere kadar,
hikâyeler anlatıldı.
kalın istasyonu müdürünün evinde
o gece yatıya kalındı.

Özdemir Asaf

Monday, September 28, 2009



Büyük denizde küçük balık olmak mı?

Yoksa küçük denizde büyük balık?

Friday, September 11, 2009

The 20 funniest suggestions from Google SuggestA feature from Google Labs gives you real-time suggestions for search queries as you type them. Some of the results are hilarious.

http://www.telegraph.co.uk/technology/google/6161567/The-20-funniest-suggestions-from-Google-Suggest.html

Monday, August 31, 2009

Okunası yazı yazma kabiliyeti kesinlikle önemli bir özellik ve artık neredeyse eminim ki sonradan kazanılmıyor. Daha ilkokula yeni başladığımda dahi şanslıyım ki anne baba, teyze vb. ailemizin çok sevgili fertleri beni günlük tutmam konusunda teşvik etmişlerdi. Hayır kesinlikle bu öneriyi son derece saçma bulduğum için günlük tutmamazlık etmedim. Sonraki tecrübelerimi bir tarafa bıraksam dahi daha o zaman bile bana çok mantıklı bir şey gibi görünmüştü. Peki neden olmuyor o zaman, bu blog neden bir düzene oturmuyor? Kağıt kalem olmadığı için mi? Bütün gün zaten bilg. başında olduğum ve internetten nefret etme noktasına geldiğim için mi? Yoksa sadece yazı yazmayı sevmediğim için mi? Şimdilik aklıma sadece 2 alternatif geldi. Muhtemel ki çok daha fazlasını üfürmekte zorluk çekmeyebilirim



Karakter itibariyle geriye dönmeyi seven bir insan değilimdir. Karar alma süreçlerim 3'üz doğurmakta olan bir annenin doğum anı kadar sancılı geçse de, "keşke" dediğimi hatırlamıyorum çok fazla. Kararlarımın hepsinin keşke dememi gerektirmeyecek mükemmeliyette olduğu için değil tabi ki (hahayyttt :) ) keşke demenin bana hiç bir şey kazandırmayacağını bildiğim için. Zira dönüp baktığımda yanlış karar dediğim bir kaç tane önemli kavşak geçtim. Ama keşke demiyorum (allah dedirtmesin; amiiin ).

Mesela çekilen fotoğrafa konu olmaktan nefret ediyorum, fotoğraf çekmekten de öyle aman aman zevk almıyorum. Nasıl ki yazdıklarımız düşüncelerimizin kayıt altında tutulmasıysa, fotoğraflarımız da yaptıklarımızın.... Oldu bitti işte ne gerek var kayıt altına almanın (biliyorum bunun da çok gerekçesi var ama olsun beni yeterince tatmin etmiyor). Bir de burası bi olmadı gibi sanki, işte yazmaman için bir neden daha :)

Yazamamamın bir diğer nedeni de sanırım mükemmeliyetçi arıza yapım. İnsanların iyi oldukları konulara daha fazla vakit ayırması, becereksiz oldukları konuları ise o işi iyi yapacaklara bırakmaları gerektiğine inanıyorum. Tabiki kimse anasının karnından büyük bir besteci, ressam, futbolcu ya da şarkıcı olarak doğmuyor. Tabi ki çabalamakla gelişiyor insan, ama afedersiniz ben maçamı yırtsam hayatımı bu işe adasam da bende şarkıcı olmaz mesela. Ses sıfır kulak da öyle. İşte kastım bu zaten, Cemil İpekçi'den forvet, Kenan Doğulu'dan siyasetçi, RTE'den adam olmazsa benden de yazar olmaz diyecek kadar yazdım sanırım.....






Daha iyi yazanları gördükçe hevesim kırılıyor. Bırakayım diyorum onlar yazsın. Günlük de tutmayıvereyim anasını satayım. Bundan 20 sene sonra geriye bakıp aaa bak ne komik düşünmüşüm demesem ne olacak sanki. Geçmiş dediğin yitik bir eşya, gelecek ise asla ulaşılamayacak olanken şimdiye konstantre olmak daha güzel geliyor bana.










Muhtemeldir ki bu tarz kafa bulanıklıklarını daha birçok kez yaşayıp buraya yazmayı bırakmadan önce en az 3-4 defa daha meyl edicem terk'i diyar etmeye, ama henüz değil sanırım.












En son ne zaman yazdığıma dahi bakamdım blogger.com adresine girerken. Sanırım istanbula gelmeden bir ay kadar önce yazmış olmalıyım. Geçen sürede neler yaptım?












Yine kaçınılmaz olarak bir dönem haddinden fazla çalıştım. Bu nedenle yine kendimi, hayatımı ve yaptıklarımı sorguladım. Yine mevcut durumu değiştirecek köklü bir çözüm bulamadım, yine kararlar aldım, sualtı hokeyinde takım arkadaşlarımla 2. lik kürsüsüne çıktım. İstanbul'da yeni güzel ve değişik yerler tanıdım, aynı sıfatlarla nitelendirilebilecek insanlarla tanıştım. Kuzenlerim, teyzem, amcala vakit geçirdim. Lise arkadaşlarımla görüştüm. İlk defa ciğer yedim, çamaşır yıkadım, ütü yaptım. Arabamın kırılan camlarını 3 defa yeniden taktırıp inadına aynı yere yeniden park ettim. Taksicilerine küfrettim, ayyaşlarıyla muhabbet. Bir 2006 Ağustos akşamındaki kadar olmasa da sarhoş oldum. Göker ve Hikmi'ye üzüldüm. Sonra üzüldüğimden daha çok sevindim Göker'e her işte bir hayır vardır dedirtircesine. Tatile çıktım, güneye indim, balık yedim, rakı içtim, kitap okudum, yüzdüm, dalından kilolarca üzüm topladım. sevdiklerimle vakit geçirdim. Sevdiklerimden çok şey öğrendim. Kafam karıştı biraz, biraz değil çook karıştı galiba. Çözemedim, çözmeye çalışmayı bıraktım. Kendimden nefret ettiğim de oldu. Sen nasıl adamsın bunları yapıyorsun dediğim de.
Sonuçta + larla - ler iki tarafına asıldı aynı halatın, eksiler devrildi önce.
Demin o kadar salladım ama yine de 1-2 foto koymak istiyorum buraya, yarın bir gün hiç keşke dememek için belki de...

Thursday, May 14, 2009

Depresif olmasına rağmen çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri olan TGM sayesinde tanıştım Umut Sarıkaya ile. Karikatürlerinden ziyade yazılarıyla tanınan Uykusuz yazarıdır Umut Sarıkaya. Kendisinin de bir röportajında söylediği gibi, genelde mizah dergileri karikatürler için okunur, insanlar uzun yazılara hiç uğramaz bile. Ben de o insanlardandım aslında, taa ki TGM bana Umut Sarıkaya'nın ne büyük bir yazar olduğunu gösterene dek. Yazılarının derlendiği "Benim de Söyleyeceklerim Var" adlı kitaptaki hikayeler daha fazla mizah ağırlıklı yazdığı önceki dönemlerinden. Şimdi resmen edebiyat parçalıyor adam....

Kitaptan bir kaç alıntı: Umutun fakülte hazırlığa başladığı ilk gün, herkes bir kaynaşma derdinde, Umut de okulu gezerken önce kayboluyor koridorlar ve merdivenler arasında, sonra sınıfını bulmaya çalışırken tuvaleti geliyor ama uygun bir 100 numara da bulamıyor, artık patlama noktasına geldiği bir anda depo mahiyetindeki küçük bir odada pet şişe görüyor. Sonra iç hesaplaşma başlyor: Bir yandan şişeyi alıp rahatlama isteğiyle yanıp tutuşuyor diğer bir yandan da daha okulun ilk günü böyle bir karizma çiziğini yediremiyor kendine. Kendisine aylar gibi gelen birkaç dakikalık müthiş tereddüt ve çatışma halinden sonra şişeyi alıp dibini kalemi ile deliyor bu çelişkiden kurtulabilmek ve istese de o işi yapamamak için. Aradan yıllar geçiyor, bu sürede umut bir türlü istedeği üniversite hayatını yaşamayamıor: kızlarla ilişki zayıf, çok sevilmeyen itilmiş silik bir tip oluyor. Ya son ya da 3. sınıfta zar zor girdiği kızlı ortamda yine terslenince vuruyor kendini içkiye ve gecenin sonunda şu cümleler dökülüyor ağızından: "Okulun ilk günü o şişenin dibini deldiğimde kaybetmiştim zaten tüm umutlarımı..."

Diğer bir alıntı: Dün gece ansızın kapı çalındı. 'Kim bu münasebetsiz acaba?' dedim kendi kendime. Gittim açtım, gelen bendim. Evet bendim. 'Vaay' dedim, 'Arkadaş bir insan bu kadar mı kimsesiz olur, bu kadar mı yalnız olur!?'
Bu son hikaye inanılmaz zaten, sırf bunun için bile alınır kitap...