Friday, August 27, 2010

Kitap:

Mustafa Balbay: Heyecan Yaşlanmaz (6)
Selçuk Altun: Yalnızlık Gittiğin Yolda Gelir (8)
Jostein Gaarder: İskambil Kağıtlarının Esrarı (7)
Elif Şafak: Aşk (9)

Konser:
The CRANBERRIES (10)
Giuseppe Verdi: Aida (5)
W.A. Mozart: Saraydan Kız Kaçırma (9)

Çok değişik yaratıklarız, 70 yıllık ömrümüzü bir bütün olarak görmekten uzak. Hayatımızı, beklentilerimizi ve mutluluklarımızı kesitlere ayırıyoruz...

okulu bitirmek, işe girmek, araba almak, tatile çıkmak, tuttuğumuz takımın galibiyeti...

Hayatta düşünülmesi gereken o kadar şey varken, mutlu olunması gereken ya da gerçekten hayıflanılmayı hakkeden onca şey varken:

işine geç kalmakla yüzyüze
levent yönüne gitmek için osmanbey metrosunda merdivenlerden inen insanın
metronun geldiğini duyması,
kendisine ayrılan sol bölümde yürüme hızının el verdiğince koşturması,
merdivenlerden indiğinde metronun son vagonunun kapılarının açık olduğunu görmesi,
koşma hızını belki de spor yaparken dahi yapmadığı bir seviyeye çıkarması,
vagona 2-3 metre kala metrodan kapının kapanıyor olduğuna dair sinyali duyması,
işte o 1 saniye sonucunda ya içerde olacak
ya da bir beş dakika daha beklemek üzere dışardı kalacak....
koskoca ömrümüzde sanırım başarının ve hayal kırıklığının en dar kesite sığdırılmış tanımı bu olsa gerek.
Oysa 70 yılı düşündüğünüzde içine girdiğiniz o vagonun kumsaldaki bir kum tanesi kadar dahi önemi kalmıyor....

3 comments:

etipuf said...

aylar sonra dodo döndü <çok güzel bir tespitle hem de:

"işte o 1 saniye sonucunda ya içerde olacak
ya da bir beş dakika daha beklemek üzere dışardı kalacak....
koskoca ömrümüzde sanırım başarının ve hayal kırıklığının en dar kesite sığdırılmış tanımı bu olsa gerek.
Oysa 70 yılı düşündüğünüzde içine girdiğiniz o vagonun kumsaldaki bir kum tanesi kadar dahi önemi kalmıyor...."

kaldıkı bırak vagonu çok önem atfettiğimiz insanlar dahi ömrün sonuna geldiğinde pek bir anlam ifade etmiyor.
benım büyükbabamdaki gözlemlediğim şey buydu. ailesine düşkünlüğüyle bilinen insan, ölüm döşeğinde yatarken hiçbirimizin onun gözünde onun hastalığı kadar önem arzetmediğini düşünmütüm. en sevdiği torunu olarak dizinin dibinde boş bakışlarının altında dururken, hissetmişm, hayatındakı kımselerın o an bır mana taşmadığını.
bırak vagonu,hayatta herşey bir kum tanesı kadar önemsız kalıyor yolun sonuna geldıgında aslında.
çoğu şey içinse boşuna afa yorduğumuzla kalıyoruz.

Wuthering said...

ama iste o kum tanelerinden olusuyor kendimizi icine tiktigimiz/hapsettigimiz "H" tipi kaleler ve biz onlarin kurallari - ki bu kurallari aslinda biz uyduruyoruz - ile yasamimizi idame ettirip 80 kusur yasina geldigimizde de, keske daha fazla dondurma yeseydim, diye siirler yaziyoruz. yazik ediyoruz. yine de deniyoruz.
o zaman durup da bakinca, cogu kafa yordugumuz, uzuldugumuz hatta mahvoldugumuz seylerin kum tanesi olmaktan oteye gidemedigini, butunun icerisinde, goruyoruz.. da hep gec mi kaliyoruz ne?

dodo said...

bu yorumlar cevapsız kaldı özür dilerim :(