Friday, February 27, 2009

Slm ey sevgili blogcular, okuyucular, günlük her kim ki bu satırları okuyorsa.
Çok üzün süre olmuş yazı yazmayalı, öyle ki girerken şiremi hatırladığım halde hiç kullanmadığım gmail mail adresimi anımsamam biraz zaman aldı. Neden bu kadar uzun zamandır yazmadığım hakkında ileri sürebileceğim çok fazla neden bulmama rağmen aslında hiç biri de kayda değer mazeretler değil.

Son 2-3 ay oldukça zorlu geçti. Hani belki bi TUS değil ama yine de kallavi zor bir sınava girmek zorunda kaldım. Yani kaç bin sayfa okudum ezberledim. Bi daha hiç karşıma çıkmayacak kaç kanun maddesi beynime kazıdım inanın bilmiyorum, bi daha da hatırlamak istemiyorum. Kazanılmasının çok da birşey kazandırmayacağı ama kaybedilmesinin çok fazla şey kaybettireceği bir sınavdı benim için. Aslında hiç de önemli değil ama ah bu sosyal çevre ah bu psikoloji, insanlar ne der diye düşünmemeyi başarsak ne de kolay olacak bu hayat. Ama olmuyor. En sonunda sonuç neyseki iyi oldu. Daha ne olduğunu anlamadan verdiler elimize istikametin trabzon olduğunu gösteren kağıdı, 2 haftada orada kaldım. Çok yoğun geçti tam 12 gün sabah 9 akşam ucu açık çalıştım. O yüzden bırakın gezmeyi deniz kenarına bile inemedim. Hoş zaten deniz kenarına inmek de mümkün değil artık. Büyüklerimiz sağ olsun dünyanın en güzel sahilinin içine etmiş çevre yolu geçirerek kıyısından.... O yüzden trabzon deniz kenarında kurulmuş ama denize kıyısı olmayan bi şehir olmuş çıkmış :(
Aklımda kalan en iyi lezzetler, "Fevzi hoca"nın akçaabat köftesi, zarganası, mezgiti, barbunu, yani kaymak gibi balık yapıyor adam.
Laz böreği, cevizli burması da cabası.
Bi de uzun sokakta çok güzel fırın sütlaç yapan bi yer vardı, adını değil ama yerini çok iyi öğrendiğim.

İstanbuldaki Beşitaş maçından sonra halkın sokaklara dökülüp beraberliğe şampiyon olmuş gibi sevinmesini de asla unutamam sanırım. Bi de o esnada şöyle bi tezahurat haykırılıyordu: "trabzon büyüktür küfretmez ama xxx affetmez" O sırada göz göze geldiğimiz bi esnaf şaşkınlığımı (ve yabancı olduğumu da) anlamış olacak ki, "abi sen bakma bunlara bi avuç serseri gerçek trabzonlu delikanlıdır" diye açıklama ihtiyacı hissetti.

Bu arada anadoluda muhtelif yerlerde geçirdiğim senelere ve yerli gibi davranma konusunda kendimi geliştirmeme rağmen bir bakışta oranın yerlisi olmadığımı anlayan yerlilere de tebriklerimi iletiyorum.

Özellikle AKP hükümeti ile ivmelenen amerikanlaşma hareketi trabzonda da gösteriyor kendini, dev gibi bi avm yapılmış havaalanı yolu üzerinde, tıklım tıklım. Sinema salonu çok salonlu, 4 salonda Recep ivedik, hiç birinde yer yok....

Geçenlerde bi yazı okudum bi gastede, yazar bi değerlendirmede bulunuyor benim de katıldığım: Bundan 20-30 sene öncesi filmlere bakalım, şaban karakterine bakalım, nasıldır bu karakter, köyden çıkmış şehre gelmiş, lüksüne şaşasına hızına karşı ihtiyatlı mahçup, saf vur ensesine al lokmasını, varoşta oturur, kuyudan su çeker. Oysa şimdi roller değişti, şaban akıllandı recep oldu. Baktı eğitilmekte bişi olmayacak o da çakallığa köşe dönmeye verdi kendini, piç oldu tabiri yerindeyse. Zamanında kendisine kazık atan şehirliden almaya başladı öcünü. Öğrendi oyunun kuralını, sonra kuralları değiştirdi kendisi yeniden yazdı. Sonra gitti naptı, sandık başında oy kullandı. Neyse konuyu ciddileştirme amacında değildim başlarken.

Cuma akşamı döndüm ankaraya, ankara bildiğin ankara: gri, yine de kopamadık kaç yıldır burdan. Bi şeyler tutuyor demek ki....

5 comments:

Wuthering said...

insanlarin ne dedigini dikkate almadigimiz gun kendi ozgurlugumuzu kazandigimiz gundur sanirim..

ankara nasil bir sehir? ben yalnizca bir aksam gecirmistim ankara'da.. hic bilmem oralari.. senin gozunle nedir ankara?

dodo said...

bu soruya verilecek cevaptan kaç post çıkar biliyo musun :))

Ankara, en başta ev duygusu veriyor insana. Sonuçta kendi evim burası her noktasını biliyorum. Her özelliğini her fırsatını olanağını riskini. Güzel bi rahatlık ve güven duygusu sağlıyor bu. Sanki köyün muhtarıymışsın gibi :) ama heyecanı da azaltıyor tabi. İstanbula geldiğimde hissettiklerimin yanında çok sönük kalır ankaranın hissettirdikleri. İstanbul heyecan enerji veriyor.
Ankara gri, her taraf gri, yollar binalar, toz toprak içinde bozkır olmasından mütevellit. Nerde olursa olsun çık 15 dakika yürü yeni boyalı pabuçlarınla hemen toz olduğunu görürsün üstünde. İnsanları genelde daha güvenilirdir istanbula göre.

Aslında ankara-istanbul ayrımı yapmak da yanlış bence. Geçen saydım memlekettin şehirlerinin neredeyse yarısını görmüşüm. Ankara da diğer anadolu şehirlerine benzer insanların karakteri açısından. Yani bi ayırım yapılacaksa: İstanbul-Diğerleri dir mevzu bahis olan. Taksiye binince korkmanıza gerek yoktur yani bilirsiniz büyük ihtimal adam adresi bilir ve hiç dolaştırmadan götürür sizi istediğiniz yere. İstanbul öyle mi? O kadar taksiye bindim beni kazıklamaya çalışmayan taksici sayısı 1 ya da 2 dir. Ki bu rakamlar da iyimser olur yani. Ama Ankara insanı da öküzdür yerine göre. Hani istanbulda taksici beyefendi ama aynı zamandı çakaldır ya. Ankarada belki kazıklanmaszın ama adamın öküzün önde gideni olması neredeyse kaçınılmazdır. Trafikte de durum farklı değildir. Trafik ışıkları ankaralım için birer süstür. Ankaralım bilmez yolun ortasındaki kesik beyaz çizgilerin ne olduğunu :) Her an biri önünüze kırabilir, kırmakla kalmaz, bunu yapmaya sonuna kadar hakkı olduğuna da inanır.

Ankara'nın sosyal olayı bellidir. Sinemaya gidersin. Film kaçırmazsın. Yazın üzülürsün ölü sezonda, yeni film gelsin diye beklersin. Ankara'nın olayı eymir gölüdür. Yazın gidersin, akşam güneş batarken, ölüm sessizliğinde huzurlu iken ortam göl kenarında biranı içersin.

Ankara'nın en güzel yanı yaz akşamlarıdır. İster haziran olsun ister ağustos, serin serin eser rüzgar, bunaltmaz insanı sıçak.

Ankara'nın en güzel yeri ODTÜ dür. İyki ankara kurulmuş iyi ki ODTÜ olmuş dedirtir insana. Hayatta geri baktığında şüphesiz yaptıklarına "iyiki yapmışım" dedirtir bir yandan da....İyi ki buradayım.

Ankara'nın en OÇ insanı da maalesef sadece ankaranın değil. Türkiyenin ve Dünyanın da en şerefsiz insanıdır. Çocukluğumda aşık olduğum ankaradan kopmama neden olmuştur İ. Melih. Bu adamın başkan olmasına inanamıyorum, bir tek ankaralanın bile oy vermesini yakıştıramıyorum meleketlilerime...

O yüzden soğudum belki de evim ankaradan...

Wuthering said...

Çok geç görüp de okuyabildim yazdıklarını.. ankara'ya gelesim, bir de oralarda itina ile gezesim geldi.. sonra birden, son paragrafta uyandırdın beni.. yaklaşan seçim.. yaşanan tv sirkinin ardından dahi olanlar ve sonuçlar..

yine de.. her şeye ve herkese rağmen, bir gün gelip gezeceğim Ankara'yı.. anlattıklarını da göz önünde bulundurarak elbette :))

dodo said...

Sen bakma bana fazla duygusalımdır ben :)
Gelince haber ver mutlaka hem tanışmış oluruz hem de ben gezdiririm sana buraları...

Wuthering said...

:)) cok tesekkur ederim dodo.. insallah ankara'ya gelme fikrimin 13. yilinda oraya gelmeyi basarabilirim ve iste o zaman elbette haber veririm :) cok da memnun olurum, sagol.. :)