Monday, August 25, 2008

Posted by Picasa


2 sene önce tatilde aşina olduğum blog alemine izin dönüşü büyük bir heves ile ben de dahil olmuştum. 2 yıl sonra 2. blogumun 2. yaşını doldurup 2 hafta tatile çıktım. Tatili anlatmaya gerek yok sanırım. İnsani sınırların üzerinde çalışan herhangi birinin tatilin nasıl geçerse benimki de öyle geçti: Harika. Denize, güneşe, rüzgara, yemeye, içmeye, tavlaya, kinge, akrabalara, arkadaşlara, sevdiklerime, kaşarlı pideye, kumruya, balığa doydum geldim desem de sanırım kendimi kandırmakta öteye geçemez bu çaba. Çünkü tatile doyulmaz, doyulamaz. Tadı tamağımda döndüm memlekete. Öğlen bir sebeeple kullanmak durumunda kaldığım metroda maruz kaldığım görüntüler son 2 hafta gördüklerimden çok farklıydı. Bir şeyler yapmalı ama ne? Alıp başımı gitsem? Nereye kadar....

Sunday, August 03, 2008

Diyarbakır’ın sıcağından sonra cennet gibi geldi Uşak’ın havası, hani diyorlar ya kızgın kumlardan serin sulara diye. Aynen öyle işte. Biraz komik gelecek biliyorum ama şehrin havası Ankara’yı çağrıştırıyor bana. Birkaç günlük aşırı sıcaklar dışında gayet yaşanabilir. Akşamlara genellikle esintili ve oldukça serin (şimdi bunu da açıklamak lazım yani tabi ki serin değil, ama ferah diyebiliriz sanırım). Zaten gün içerisinde klimalı ortam, sıcak falan koymuyor adama.

Sanırım burada daha önce hiç çalışmadığım kadar yoğun çalıştım. Şöyle bir baktım da tam 21 gün olmuş, ne haftasonu tatile ne de başka bir şey. 2005 yılında Denizli-Isparta ikilisinde aralıksız çalışılan 6 hafta ile karşılaştırıldığında hiçbir şey gibi gelebilir ama o zaman ki sorumlulukları ve iş yükü düşünüldüğünde kendi durumumu bitmiş olarak tanımlayabilirim şu anda. Neyse ki az kaldı. Önümüzdeki Cuma yıllık izne çıkıyorum bir aksilik olmazsa (bu arada zaten aksilik olmaması şaşılası bir durum olur). Etrafımdaki herkes olmasa da bazı kişiler çok şikayet ettiğimi bazıları ise nasıl olur da bu kadar az şikayet ettiğimi merak ederler. Umarım bunlar şikayete girmiyordur.

Her ne kadar kafayı yeme noktasına gıdım kalana kadar çalışmış olsam da, Uşak genel olarak keyifli geçti. Bizim için en önemli şey bulunduğun şehirde bir iş arkadaşının olması senle aynı zamanda. Neyseki burada Mr. TGM ile denk geldik. Gündüz şehrin farklı ilçelerinde çalışıp, gece ise şehrin merkezinde buluşuyoruz. Kader midir kısmet mi artık bilmiyorum, ben mi ona iyi geliyorum yoksa o mu bana onu da bilmiyorum ama, makul sayılabilecek rakamların üzerinde denk geldik kendisi ile farklı şehirlerde. 2 defa Bursa, 1 defa Antep, Denizli-Aydın yolundaki karşılaşmayı da saymıyorum hani :) Aslında normal şartlarda yapılacak uzun yürüyüşlerin aksine burada kendimizi PES (Play Station Pro Evolution Soccer) oyununa verdik. Bundan 2 ay önce biri beni karşısına alsa ve “Doruk Uşak’a gidip saatlerce PES oynayacaksın” deseydi sanırım oturma organımla gülerdim kendisine, zira psikopata yakın derecedeki hareket düşkünlüğüm beni o tarz oyunların başında bırakın 1 saat 10 dakika bile oturmakta alıkoyar. Ama nasıl olduysa işte bir kereden bişey olmaz dedik. Deyiş o deyiş, resmen bağımlısı olduk. İnanması zor ama 2 haftada sol baş parmağım bildiğiniz nasır bağladı. Ben de kendimi avutuyorum olsun hareket olsun da baş parmağa olsun diye...

Hani zaten baştan kabulleniyor bizim işte yalnızlık, ama böyle yakın bir arkadaşınız düştü mü yanınıza o da harika bir lütuf halini alıyor insan için. Dün Ankara’dan Marmaris’e geçerken Uşak’a MR. TGM’in yanına ailesi uğrayınca bana yalnız geçen günleri yad etmek düştü.
Saat 6 ya doğru çıktım,
yarım saatlik araba yolculuğu sonrası şehre vardım,
arabayı otelin park yerine bırakıp,
yürümeye koyuldum.
Karun alışveriş merkezi derler bir yer var burada,
yoğun günün ardından kendimi mükafatlandırıp 1 adet büyük boy Whopper Cheese menü aldım (Büyük kola yerine 2 ayran)
hiç acımadan son tanesine kadar bitirdim patatesleri
bir acısos bir ketçap, bir acısos bir ketçap, ne de güzel tamamlıyorlar birbirlerini.
Sonra 19:25 te 1 salonda gösterilecek olan “Wanted”a bir adet bilet aldım,
saate baktım daha 18:35,
radikal aldım, her sayfasını okudum yalnız geçen günlerimdeki gibi,
bir de çay tabi yanında, olmazsa olmaz.
Sonra kaldırdım kafamı kendime baktım: sanki kendim orda kalmış da ben kendime bakıyormuşum gibi. Güldüm kendi kendime, insanoğlu ne enteresan. Ankara’da nerde ankaranın yabancısı olduğu anlaşılan yalnız başına oturan birilerini görsem hüzün çöker içime. Nedenini bilmiyorum. Belki ben de yalnız kaldığım için zaman zaman. Ama yoo nedeni bu olamaz, ben sıkılmam ki yalnızlıktan korkmam ki... peki neden o zaman? Çok düşünmedim soru üstüne
Sinema salonuna girdim, 1 salona, en BÜYÜĞÜNE...
Toplam 5 kişi filmi seyrettik...