Monday, September 15, 2008

Hayat sürprizlerle dolu. Her zaman yeni bir şey veriyor insana. Asla tam olarak “tamam çözdüm bu işi” diyemiyorsun hayatla ilgili olarak. Ben ki etrafıma baktığımda, etrafımdaki insanlarla kendimi karşılaştırdığımda bu işi çözmeye çok yaklaştığımı düşünürüm hep. Hayatı çözmek için önce kendi çözmeli insan. Kim olduğunu, ne istediğini, nerde durduğunu, ne yaptığını, neye inandığını, ne olmak istediğini, ne olmadığını... Bu sorulara verilecek, çok güzel ve çok tutarlı olduğunu düşündüğüm yanıtlarım oldu hep. Zaman zaman gözden geçirsem de bu yanıtları, eski yanıtları beğenmesem de bazen, hiç pişman olmadım eski cevaplardan. Sonuçta istediğiniz yolda giderseniz gidin; siz değilsinizdir artık dönüşteki, cevaplar değişebilir.

Aslında kim olduğuma ilişkin bir çerçevem vardı, kimsin sen sorusuna verilebilecek upuzun bir yanıtım. Hatta zamanında kim olduğumu bile yazmıştım bir kağıda. Kendini anlat deseler ne yazar insan, onları yazdım uzun uzun....

Ne olduysa bilmiyorum, doğru olduğunu düşündüğüm cevaplar yanlış çıktı. Ya da yanlış dediklerim doğru. İyi niyetli olduğum için aldığım kararların aslında iyi kararlar olmadığını, gereken inisiyatifi alamadığımı söylerlerdi hep. Bense gülüp geçerdim. “Hadi canım ordan, benim verdiğim kararlarda iyi niyetim, insancıllığımın olumsuz etkisi olamaz. Herkes hakkettiğini alır”. Sonra bi gün çok sevdiğim iyilik meleği bir arkadaşım çıktı dedi ki: “abi sen benden de yumuşak başlısın hayır diyemiyorsun kimseye”. O anda bir şimşek çaktı beynimde, ya ben gerçekten dedikleri gibiysem. Bunu sorgulamaya başladım ve haklı olduklarını gördüm. Yukarda anlattığım şey aslında bir örnek. Yani belki çok iyi niyetliyimdir belki de değil. Önemi yok. Önemli olan kendimle ilgili düşüncelerimin sarsılması. “Vay be herkes böyle diyorsa demek ki gerçekten öyle” demem önemli olan.

Böyle olunca neyin doğru neyin yanlış olduğuna olan inancım kaybolmaya başladı. Kafam karıştı, tepe taklak oldu inandıklarım. Çok küçük bir şey dahi olsa, mini mini mini mini minnacık bir şey bile olsa, kendinden son derece emin olduğun bir konuda şüpheye düşmek yıkıyor insanın tüm savunma mekanizmasını.

Sanırım en iyisi düşünmemek. Sadece akışına bırakmak hayatı. Anlamaya çalışmak nafile....

Eskiden doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırabilmeyi yeterli sanırdım. Sanırım olması gereken, sadece neyin doğru olduğunu bilmek değil. Doğru olduğuna inandığını yapabilmek aynı zamanda....


5 comments:

Wuthering said...

bahsettigin farkina varma durumu gercekten de cok aci ve mesakkatli olabiliyor.. bu farkindaliga sebep olan olayin ne olduguna gore, acilik orani da bir hayli farklilik gosterebiliyor zannimca.. yine de hayati cekici kilan da sanirim, kendin de dahil olmak uzere, ben oldum, bu da budur, diyememek genel olarak..

dodo said...

sanırım öyle konuşmak da yapılacak en büyük hata, inancın ne kadar sağlam olursa yıkılınca etkisi o kadar derin oluyor...

Wuthering said...

aynen oyle.. katiliyorum.. cunku o inanca gore sekilleniyor ve cevreni de ona gore sekillendiriyorsun ve domino taslari gibi hepsi birlikte zarar goruyor..

$afak said...

Sonucu ilk cümlede vermişsin Dodo'cum. asla tam olarak çözdüm bu işi diyemiyorsun :)

İlk ve son cümlen harika..

dodo said...

sağol abicim,
nereye kadar gidebileceğiz bakalım bu şekilde :)